Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Bilal Eren ile Söyleşi

Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Bilal Eren;

“Artık internet; sadece keyif ve eğlence mekânı gibi istediğimiz an girip çıktığımız bir alan olmaktan çıkıp hayatın her alanını etkileyen bir parçamız oldu.”

İnterneti anlamaya ve bu farkındalığı anlatmaya çalıştığını belirten Eren, internetin ancak “içinde” kalınarak öğrenilecek bir şey olduğunu belirtirken, gençlerin ruhundan, trendlerinden, atmosferinden uzaklaşmak istemediğini ve üniversitede kalarak onların o deneyimlerini yaşamak istediğini söyledi.

Arzu Kılıç

Üç senedir TRT Radyo1’de her Cuma saat 15.30’ta “Dijital Hayat” adlı bir program yayınlanıyor. Dijital Dünya’yı, İnternet ve Ekosistemini, Teknolojiyi, Sosyal Medya Araç ve Trendlerini kısacası “Dijital Hayat”ın tüm yönlerinin, insana ve topluma etkilerinin anlatıldığı bilgilendirici bir program. Dijital Hayatı dolu dolu tüm yönleri ile anlatan bu keyifli programın hazırlayıcısı ve sunucusu Bilal Eren ile internetin geleceğini, bilişim sektörünü ve daha birçok konuyu konuştuk.

Yılların dergisi olan Bilişim Dergisi’nde olmaktan onur duyduğunu söyleyen Eren; “Bilgisayar Mühendisiyim. Bu işin yüksek lisans ve doktora kısmı ile beraber biraz daha iletişimine ve sosyolojisine kaydım” dedi.

Üniversitedeki görevinin yanı sıra televizyon ve radyo programı yaptığını da aktaran Eren, ilk önceliğinin üniversite olduğunu ikincisinin ise bu eğitimi dışarıya aktarabilmek olduğunu vurguladı.

Bilal Eren; “internet kendine has kuraları olan yeni bir alan. Anlamadan inşa ettiğimiz bu yaşamın farkına varmalıyız. Yavaş yavaş da farkına varıyoruz aslında. Başımıza işler açtıkça geldikçe deneyimliyoruz” dedi.

-Doğu Akdeniz Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği bölümünden mezun olmuşsunuz. Yüksek lisansınızı da Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Enformatik Bölümü’nde tamamlamışsınız. Doktora çalışmanızda Medya ve İletişim Çalışmaları alanında devam ediyor. Şuan Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde dijital ekosistem, sosyal medya analizi, medya ve teknoloji, internet sosyolojisi gibi çeşitli dersler veriyorsunuz ve DijitalHayat.TV sitesinin sahibi ve editörüsünüz. Bilgisayar Mühendisiyken nasıl iletişim alanına yöneldiniz?

Bilişim Dergisinde olmak benim için onur verici

Öncelikle hoş geldiniz veya ben mi Ankara’ya hoş geldim 🙂 Teşekkür ediyorum bu fırsatı verdiğiniz için. Türkiye Bilişim Derneği (TBD)’ni çok önemsiyorum. Bilişim Dergisi de yılların dergisi. Bu dergide olmak onur verici benim için. Bilgisayar Mühendisiyim. Bu işin yüksek lisans ve doktora kısmı ile beraber biraz daha sosyolojisine kaydım. İnterneti anlamaya ve bu farkındalığı anlatmaya çalışıyorum. Üniversite’den bulunma sebebim de bu. İkinci neden de interneti hepimizden daha iyi anladığını düşündüğüm gençlerin içinde olmak. Gençlerin ruhundan, trendlerinden, atmosferinden uzaklaşmak istemiyorum. Çünkü yaş itibari ile sizi bir yerlere alıp götürüyorlar. Onların o deneyimlerini içinde kalarak yaşamak istiyorum. Çünkü internet ancak içinde kalınarak öğrenilecek bir şey. Dışardan kitap okuyarak, seyredilerek yapılacak bir şey değil. İnternet bizzat deneyimlenmesi gereken bir şey. Belki provokatif olacak ama tırnak içinde kötü şeyleri bile deneyimlemek lazım ki internetin kötü yanlarının sonuçlarını görelim ve önlem alalım.

Akademinin yanında bu işi gündem yapabilmek için çeşitli projelerde bulunuyorum. Amatör ruhla televizyon ve radyo programı yapıyorum. Bu yeni çağın hayatımıza etkilerini gündem yapmak için haber odaklı bir internet sitesi (dijitalhayat.tv) ve eğitimler için bir akademi (dijital hayat akademisi) kurduk. Bu akademide hedefimiz alanında uzman insanları bir araya getirip, bir müfredat çerçevesinde eğitim vermek. Akademimizde psikolojiden güvenliğe, hukuktan sosyolojisine kadar 20 farklı dersle belediyelere ve kamu kurumlarına eğitimler veriyoruz. Kısacası web sitesi, radyo, televizyon, akademi ne kadar kanal varsa ulaşmaya çalışıyorum. Çok bilinmezli bir denklemin içindeyiz, yapacak iş çok. Maceram böyle devam ediyor.

Bizim kendi yol haritamızı çizmemiz lazım…

-Türkiye’nin 21’inci yüzyılda etkin bir dünya gücü olarak var olabilmesi, kendi teknolojilerini üreterek uluslararası rekabet edebilen konumdaki bir bilişim sektörüne sahip olmasıyla mümkün. Bunun için devletimizin bilişim sektörünü stratejik sektör olarak tanımlaması, ölçülebilir hedefleri belirlemesi ve yerli bilişim ürünlerinin, yerli bilişim markalarının geliştirilmesine ön ayak olması gerekiyor. Milli teknolojimizin gelişmesinin önündeki engeller neler ve bu engelleri nasıl çözebiliriz?

Yani bu bizim iddiamız. Farklı iddiası olanlar da olabilir. Ben de bu soruya katılıyorum. Dünyanın gittiği yer, dengelerin değiştiği yer burası. Katma değerli şeyler. Artık çay bardağı, masa, koltuk, sanayi ürünleri vs. katma değer üretmiyor. Değer değişti, değişiyor. Ama hala koltuk üretmenin dünyada bizi bir yerlere getireceğine inanan düşünceler varsa bunu ispatlamakla hükümlü bence.

Örneğin; Almanya kendine özgü bir “Sanayi 4.0” diye bir şey ortaya attı. Bu rüyasının peşinden gidiyor. Çin’e karşı bir hedef belirledi. Bunun mücadelenin yol haritasını da kendince ortaya koydu. Biz de o rüzgâra kapıldık. Doğru yol mu bizim için?

Amerika ise insan odaklı, bilgi merkezli bir yol haritası çizdi. Google, Facebook, Twitter, Whatsapp gibi. Tüm bu ekosistem “ağ toplumu” kavramına oynuyor.

İrlanda başka bir şey yapıyor. Dedi ki ben ekosistemi en azından merkezlerini burada toplarsam burada katma değer üretebilirim. Ülkem öne çıkar.

Japonya ve Güney Kore önderliğinde Uzakdoğu ise başka bir şey yapıyor. Bizim de kendi yol haritamızı çizmemiz lazım. Örneğin tüm bu işler için “insan kaynağı” merkezi olabiliriz.

Türkiye’de 15 milyar dolarlık kaç tane katma değer üretildi?

Dün bir haber vardı. Mart ayı içindeki bir haber bu. 35 kişinin çalıştığı İsraiilli Mobileye isimli firma İntel’e satıldı. Bu firma sahip olduğumuz araçları sürücüsüz hale getiriyor. Bakın sürücüsüz araç yapmıyor. Çok farklı bir şey yapıyor. Araçları sürücüsüz hale getiren yazılım ve donanım üretmişler. Youtube’da tanıtım videosu var. İzlemenizi öneririm. Yaklaşık 7 senedir çalışıyorlar bu konuda. İntel bu firmayı 15 milyar dolara satın almış. Düşünün 35 Kişi ile üretilen katma değer.

Örnek verip kimseyi üzmek istemiyorum ama Türkiye’de 15 milyar dolarlık kaç tane katma firmamız var?

Facebook’ta oynanan şeker patlatma oyunu 7 milyar dolara satıldı geçen sene. Bizim için çok kıymetli Türk Hava Yolları’nı bugün satmaya kalksak piyasa değeri o kadardır yani. Şeker patlatma oyununu 400 milyon kişi oynuyor. Oyunu oynayan kişilerin Facebook hesabındaki profil bilgileri oyun tarafından kullanılıyor. Esas kıymet burada. Ben bunu savunuyorum. Biz açığı böyle kapatabiliriz. Sanayiye yatırım yapmalıyız diyenlere de saygı duyuyorum. Yapabiliyorsak ikisini de yapalım.  İsteyince, çalışınca yapıyoruz biz. Örneğin; son yıllarda öne çıktığımız alan İHA’lar. Bugün kendi “silahlı” İHA’sını üreten 4 ülkeden biriyiz.

Milli teknolojilerimiz olursa dışa bağımlılığımız azalır

Ayrıca milli teknolojilerimiz olursa dışa bağımlılığımız azalır. Dolayısıyla sorduğunuz soruya katılıyorum. Ülkemiz kazanır ve ülkemiz kazanırsa hepimiz kazanırız. Tabii bu bahsettiğimiz konularda eğitim öne çıkıyor. Eğitim anlam ve farkındalık oluşturan bir şey. Burada iki şey önemli. Müfredat ve eğitimciler. Müfredat yenilenme çalışmalarımız var şimdi. İlgi ile takip etmeye çalışıyorum. Umarım yeni müfredat uzmanlar tarafından çağın ihtiyaçlarına uygun hale getirilir. Web sitesi var, girerseniz eğitim müfredat çalışmalarına katkı verebilirsiniz. Buradan okuyucularımıza da duyurmuş olalım.

-Günümüzde Kişisel verilerin korunması kapsamında sosyal medyadaki nefret söylemlerine ve diğer hakaret içeren söylemlere karşı hukuki önlemler alınıyor. Bizim “Dijital Nezaket Kurallarımız” var mı? Varsa bunlara ne kadar uyuyoruz?

Dijital nezaket kuralları var, hem de çok gerçek…

Dijital Adab-ı Muaşeret de diyebiliriz aslında bu kurallara. Dünyada genel geçer şeyler var. Bunlara da dikkat etmemiz lazım. Siber zorbalık gibi. Örneğin e-posta gönderirken, birisiyle iletişim kurarken dikkat etmemiz gereken kurallar var. Karşıdaki kişinin itibarına saygılı olmalıyız. Kişilere isimleriyle hitap etmeli ve lakaplar takmamalıyız. Bugün en çok karşılaşılan sorunlardan biri de itibar linçleri. Bunu bazen bizler de yapıyoruz. Troller de yapıyor. Dijital iz bıraktığı için onlar kalıyor orada. Kişi için olumsuz sonuçları olabiliyor. Yapanlar bunun hiçbir karşılığı olmayacağını sanıyor. Şuana kadar bu işten paçayı sıyıranlar olmuştur. Ancak artık herkes uyanıyor. Bu konuda insanlar bilinçleniyor, en önemlisi “hukuk” uyanıyor. Bu servisleri sağlayanlar uyanıyor. Twitter, Facebook her hafta güncellemeler yapıyor ve kullanıcılara açıklamalarda bulunuyor. Bazı kelimeleri kullananları bulup bu mecralardan çıkaracaklarını, filtreleyeceklerini ve hatta daha da ileriye gidip bağlanılan cihazlardan bir daha Facebook’ta hesap açamamaya kadar götüren yaptırımlar olacak. Mecburlar buna. Çünkü engelliyorsun başka bir hesap açıyorlar. Servis sağlayıcılar bu konuda çok sıkı çalışıyor. Hukuk da bu konuda çalışıyor. Vatandaş da bilinçleniyor. Şuan çok şikâyet etsek de her şey yoluna girecek.

Nezaket ve itibarla ilgili son yapılan araştırmalara göre; Amerika’da ve İngiltere’de olumsuz yöndeki oranların dört sene içinde farkındalık ile olumlu yönde düzeldiğiniz görüyoruz. İtibara yönelik kişisel saldırılar da azalmalar var. Porno ve pedofili merkezli şeylerde azalmalar var. Çünkü farkındalık başladı. Türkiye’de ise örneğin pedofili vakaları dünyaya göre az ama “itibarla” alakalı saldırılarda artış var. Hukukta emsal kararların çıkmasıyla birlikte ben bu rakamların olumluya döneceğine inanıyorum. Toplumun bunları yapanları dışarıya çıkaracağını, dışlayacağını ve o kişileri itibarsızlaştıracağını düşünüyorum. İnternetin böyle de bir özelliği var. Yaptığınız işlerden dolayı sizi itibarsızlaştırabilir.

Avrupa Birliği’nin Dijital Komisyonu var

Ne yapmalı sorusu önemli. Mesela Avrupa Birliği bu konuda çok çalışıyor.  Bir yapı kurdular; “Avrupa Birliği Dijital Komisyonu”. Dijital Devlet Birimi ve Dijital Vatandaşlık Birimi var. Hep toplumu hem mecraları denetliyor. Bu konuda ciddi çalışan ekipleri var. Facebook’un, WhatsApp’ın bizim bilgilerimizi topladığını biliyoruz. Bu gerçek. Avrupa’daki bu dijital birim bu konuda ciddi önlemler alıyor. Facebook, Google gibi büyük şirketler de buna uyuyorlar. Çünkü kullanıcılarını kaybetmek istemiyorlar.

Diğer sorunuz “kişisel veriler” konusuna gelince;

2011’de yaşanmış bir olayı anlatmak isterim okuyuculara. Hayatı nasıl etkilediğine dair çok emsal bir olay. Amerika’nın en büyük perakende devlerinden Wal-Mart’ın bir olayı bu. Bizim Carrefour veya Migros’umuz gibi. Teknolojiden giyime kadar her şey satılıyor. Wal-Mart çeşitli evlere ürünlerini paketleyip gönderiyor. California’ya da bir eve bir tanıtım bülteni gönderiyor.

Tanıtım ürünü de bebek ürünlerinden oluşmakta. Biberon, yeni doğan giysileri gibi çeşitli şeyler var. Evin babası posta kutusundaki bu firmanın tanıtım bültenini görüyor ve sinirleniyor. Dert ediyor kendisine bunu. Firmanın müşteri hizmetlerini arıyor. Müşteri hizmetlerindeki kıza bağırıp çağırıyor. Çağrı merkezindeki kız da tedirgin oluyor. Kız şikâyetinizi müdürüme ileteceğim ve sorunu çözeceğiz diyor. Adam benim posta kutumu gereksiz şeylerle neden meşgul ediyorsunuz diye sinirleniyor. Evde bebek yok ki canımı sıkmayın diyor. Bir süre sonra çağrı merkezi müdürünü adam arıyor. Özür dilerim. Siz haklıymışsınız diyor. Meğer 16 yaşındaki kızı hamileymiş. Bunu babasından saklamış. Birkaç gün önce kız Google’da bebeği için bebek ürünleri aramış. Google’un Wal-Mart ile dijital pazarlama konusunda bir anlaşması varmış. Anlaşma güzel ama bir “aile krizi” çıktı. İşte kişisel veri bu.

The Guardian Dergisi’nde şöyle bir başlık vardı; “ Biz Eskiden İnternet’e Bakıyorduk İnternet’te Artık Bize Bakıyor” diye. Bize bakan bir şeyle karşı karşıyayız. Bu olay çarpıcı ve çok önemsiyorum. Böyle olaylarla karşılaşmaya başlayacağız biz de. Belki yaşayanlar da vardır. Buna karşı ya toplumsal bir önlem alacağız veya şirketleri sıkıştıracağız. Siz dün akşam Google’da ne aradınız ve bu kimlere raporlandı acaba? Google’a kızmıyorum. Bunu yapıyor. Ama bunu bilmemiz lazım. Ya bunu yapmasını devam ettireceğiz ya da buradaki ofisine buradaki bilgileri toplama diyeceğiz. Avrupa’daki bahsettiğim birim bilgilerin toplanmasına ve üçüncü kişilerle paylaşmasına izin vermiyor. Bizim de bu konuda bir şeyler yapmamız lazım bence.

Geldiğimiz noktada; internetin bir mucize olmadığı, insanlığa demokrasi ve özgürlük getirmediği yönünde fikirler var artık. Belki herkes kendi ekosistemini kuracak veya kendi internetini oluşturacak. Duvarlar örülecek. Ya da nasıl bütün medyada kurallar varsa internetin de kuralları olacak ve toplumun bunlara uyması yönünde yaptırımlar uygulanacak. Oraya doğru gidiyoruz gibi.

-Bugün dünyada dijital propaganda nasıl çalışıyor? Amerikan seçimlerini bu anlamda değerlendirir misiniz?

Bu yeni alan ilk hayatımıza girdiğinde “internetin merkezi yok, dağıtık bir yapı” miti vardı. Şimdi ise “merkez” olmak üzere olanlar var

İnternetin ilk çıkışında bazı söylemler vardı; merkezi yok, dağıtık yapı gibi. Bugün gerçekten internetin merkezi diyebileceğimiz hala bir yer yok ama bu konuda çalışanlar var. İnternetteki alan adlarını dağıtan ve bu konudaki kuralları/standartları düzenleyen ICAN adlı bir kurum var. Amerika’nın kontrolündeydi. 2018’in Ocak ayından itibaren bağımsız olacak.

Sosyal medyada Facebook kendini internetin merkezine koyup birçok mecrayı satın alarak, büyüyerek mecra olmaya çalışıyor.

Google ben kütüphaneyim. Bilginin kaynağıyım deyip hem görüntülü hem sesli hem yazılı kütüphanelerin sahibi olmaya çalışıyor. Yani şunu anlatmaya çalışıyorum; bu kurumlar merkezi yok mottosunun üstüne merkez kurmaya çalışıyorlar. Trend kelime ile söyleyelim “üst akıl” olmaya çalışıyorlar. Google son üç sene içinde 138 tane firma satın almış. Bu şirketlerin içinde otonom şirketler de var. İnsansız hava aracı olan şirketler de var. Veri madenciliği yapan şirketler de. Merkez olmak istiyorlar.

Propaganda konusunda da bu merkezlerden çıkıyor yorumlar. Örneğin Donald Trump ile Hillary Clinton başkan adaylığı kavgasında internetin merkezi olmaya çalışan şirketler algı operasyonunu yapmak için çalıştılar. Siz arama motorunun çubuğuna “Trump” yazmaya başladığınızda, otomatik tamamlama & önerme özelliği ile Trump’ın olumsuzluklarını getirdiler. Sonra bunu yapanlar özür dilediler tabii. Buna rağmen Trump kazandı. Bu da dijitalin kimi ne kadar etkilediğine dair üzerinde tartışılması gereken ayrı bir konu. Etkileme oranı jenerasyonlara göre değişmekte. Bundan 5 sene önce internetin etkileme gücü ile 5 sene sonraki gücü farklı olacak. Çünkü jenerasyonlar farklı.

Amerika’da 12-16 yaş aralığındaki 6400 çocuğa “en güvendiğiniz şey nedir?” diye soruyorlar. %40’ı Google, %28’i annem çıkıyor. Bu oran jenerasyonun değişmesiyle birlikte internet mecraları lehine değişecek gibi gözüküyor, dolayısıyla “propaganda” dijitalde yaşanacak artık.

 

 

 

Önceki TBV 23. Genel Kurulunu Gerçekleştirdi
Sonraki Bilişim ve Demokrasi

Benzer Yazılar