Söyleşi: İş Bankası Genel Müdürü Hakan Aran

“Bilişim hizmetlerinin üç temel yapı taşı: Teknoloji, insan ve süreç”

R.A: Ülkemizde mevcut bankacılık sektörünü nasıl değerlendiriyorsunuz? İş Bankasının rolünü nasıl görüyorsunuz?

H.A: Bankacılık sektörü, tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de ekonominin en önemli aktörleri arasında yer alıyor. Ekosistemde oynadığı büyük ve yadsınamaz rol nedeniyle sorumlu hareket etmek durumunda olan bankalar, ülkemizde 2001 krizi sonrasında BDDK gibi bir üst kurulun oluşturulmasının ardından yapısal bir dönüşümden geçerek uluslararası standartlarla uyumlu, son derece sıkı denetlenen ve düzenlenen kuruluşlar haline geldi. Bugün, bankacılık sektörü açısından önemli bir gösterge olan sermaye yeterlilik oranlarımızın yasal sınırların oldukça üzerinde seyrettiği bir tablo söz konusu.

Ülkemizde sermaye piyasalarının henüz yeterli derinlikte olmaması nedeniyle, bankalarımızın ekonomik büyümenin finansman yükünün büyük kısmını var güçleri ile üstlendiğini, bunun hakkını da en iyi şekilde verdiğini görüyoruz. Türk bankacılık sektörü, güçlü sermaye yapısı sayesinde ülke ekonomisinin büyümesini, kalkınmasını finanse etme ve tüm kesimlerin ihtiyaçlarını karşılama gücüne sahiptir. Bankacılık sektörümüz, gerekli olduğunda ve istenildiğinde finansman kaynaklarını, imkânlarını sonuna kadar ülke ekonomisi için seferber ederken, aynı zamanda, sahip olduğu güçlü ve sağlam yapısı sayesinde tüm kriz dönemlerinde zorlukların ekonomiye yansımaması için hava yastığı görevi de görüyor. Nitekim sektörümüzün bunu en son pandemi (küresel salgın) döneminde çok net bir şekilde ortaya koyduğunu, hem üretici kesimlerde hem de hane halkında bu etkinin hissedildiğini düşünüyorum. Kredi yapılandırmalarında olumlu bir tutum sergileyerek pandemi döneminde tüm kesimlerin rahat bir nefes almasına, bir geçiş dönemi yaşanmasına imkân tanıdığımız fikrindeyim.

Bunlara ilaveten, ülkemizde bankacılık sektörünün teknoloji açısından da son derece iyi durumda olduğunu, dünya standartlarında dijital (sayısal) süreçleri ve teknolojik yenilikleri kullandığını, bunu başarılı bir şekilde tüm faaliyetlerine entegre edebilen bir sektör olarak öne çıktığını yakından biliyorum. Pandemi boyunca kesintisiz hizmet vermesinin, finansal ürün ve hizmetlere erişimde hiç sıkıntı yaşanmamış olmasının çok önemli olduğunu düşünüyorum.

İş Bankası ise; bir banka olmanın çok ötesinde, ülkemiz için öncelikle iktisadi bağımsızlığı ifade eden ve bu yönüyle çok özel anlamlar taşıyan bir Cumhuriyet kurumudur. Kurulduğu tarihteki rolü ne ise bugün de gelecekte de bu rolü değişmeyecektir. Ülkemiz için her zaman daha fazla sorumluluk üstlenip, sahip olduğumuz imkânları ülkemiz ve müşterilerimiz için sonuna kadar tesis ederiz.

R.A: Bankacılıkta yüksek teknoloji kullanımı konusunda ne durumdayız? İş Bankası’nın bu kapsamda geldiği noktayı tanımlayabilir misiniz?

H.A: Bankacılık, teknolojiye ve dijitalleşmeye en çok yatırım yapan sektörlerin başında geliyor. Bu konuda, teknolojideki gelişmelere hızla adapte olan, sonrasında da en hızlı ve en kolay olanı isteyen müşterilerin tercihleri de sektör için itici güç oluyor. Türkiye’deki bankaların, uzun yıllardan bu yana gerçekleştirdikleri yatırımlar sayesinde teknoloji kullanımında gelişmiş ülkelerle rahatlıkla boy ölçüşebilecek düzeyde olduğunu, özellikle ödeme sistemleri alanında müşterilere sundukları inovatif (yenilikçi) ürün ve hizmetlerle dünyada örnek teşkil ettiğini düşünüyorum.

İş Bankası ise bu yılın sekiz aylık döneminde yaklaşık 9,7 milyon tekil müşteriye dijital bankacılık kanalları üzerinden hizmet veren, işlemlerinin %96’sını dijital kanallarından gerçekleştiren, yapay zekâ ile fiyatlamalar yapan, kredi kararları veren, sistem arızlarını gerçekleşmeden tespit eden ve operasyonlarını robot yazılımlarla gerçekleştiren modern ve dijital bir banka noktasındadır. Ödeme sistemleriyle, Silikon Vadisi’nden Çin’e inovasyon merkezleriyle, girişim fonları ve girişimcilik programlarıyla geleceğin bankası konumundadır.

R.A: İş Bankası, ileri teknoloji ile geliştirilmeye çalışılan projelere, girişimcilere nasıl destek oluyor? Desteklediğiniz projeler nelerdir?

H.A: Girişimcilik odaklı düşünmeyi ve hareket etmeyi; her kurumun geleceğe hazırlanması, verimliliği ve sürdürülebilirliği bakımından gerekli olan bir yetkinlik olarak görüyorum. Teknolojinin çok hızlı geliştiği ve sürekli değişen tüketici beklentilerinin farklı sektörlerden şirketlerin aktif rekabetini beraberinde getirdiği bir ortamda güçlü şekilde ayakta kalabilmenin yolu, girişimci ruhu benimsemekten geçiyor. Zira girişimciliğin temelinde, yoğun rekabet ve yüksek belirsizlik ortamında kısıtlı kaynaklarla çözüm geliştirme ve sürekli değişime uyum sağlama becerisi yatıyor.

Girişimcilik, bizim odaklandığımız alanların başında yer alıyor ve birçok işimizde girişimciliği merkeze koyuyoruz. Bu doğrultuda, geçmişten bu yana gelen müteşebbislere, girişimlere destek olma, onlarla işbirliği yapma kültürümüzü son yıllarda girişimcilik ekosisteminin doğrudan içinde yer alacak şekilde inisiyatifler alarak geliştirdik.

2017 yılında başlayan Workup Girişimcilik Programı, bu alandaki en önemli adımlarımızdan birini oluşturuyor. Programdan mezun ettiğimiz her dört Workup’lı girişimden üçü, yoluna devam ediyor. Bu, girişim dünyası için önemli bir oran. Mezun olan girişimler arasında yatırım alanlar, yurtdışına açılanlar, işbirliği yaptıklarımız var. Yakın zamanda tarım odaklı teknoloji girişimlerini desteklemek ve ülkemizde tarımı sürdürülebilir çözümlerle güçlendirmek üzere Workup çatısı altında WorkupAgri adlı bir tarım girişimciliği programını da başlattık.

Girişimcilere desteğimizi, aldığımız yeni inisiyatiflerle sürekli genişletiyoruz. Ekosistemin tüm kesimlerine dokunarak, mentorluktan fon sağlamaya, kadın girişimcilerden tarım alanına kadar geniş bir yelpazede ve farklı platformlarla işbirliği yaparak yürüttüğümüz faaliyetlerimize yeni halkalar ekliyoruz. Özellikle, girişimlerin finansmana erişiminde, kurumsal şirketlerin destek ve işbirliğinin kritik olduğunu düşünüyorum. Bu kapsamda 100 milyon TL kaynak aktarmayı taahhüt ettiğimiz Maxis Yenilikçi Girişim Sermayesi Yatırım Fonumuz ile yenilikçi teknolojilere odaklanıp, büyüme potansiyeli yüksek olan erken aşama girişimlere yatırım yapıyoruz. 2018 yılında kurulan Maxis Fonumuz ile bugüne kadar 5 farklı girişime kaynak sağladık.

Girişimcilik alanında sürdürdüğümüz bütünleşik faaliyetler zincirine yeni bir halka olarak; Bankamız ve grup şirketlerimizden çıkan kurum içi girişim fikirlerinin ticarileştirilmesi ve stratejik odak alanlarında yaratıcı iş fikirlerini hayata geçirebilmek amacıyla kurduğumuz Softtech Ventures’ı ekledik. Özetle, ülkemizin büyümesine ve istihdamına, büyüme modelimizin üretime ve ihracata dayalı hale dönüşümüne ve verimlilik artışına katkı sağlayacak her türlü girişime sonuna kadar tüm imkanlarımızla destek oluyoruz.

R.A: Dijital ve kripto paralar ile bunların ülkemizdeki geleceği hakkında görüşlerinizi ve öngörülerinizi alabilir miyiz? 

H.A: Bu konu dünyada ve ülkemizde son dönemde en çok tartışılan, konuşulan konular arasında yer alıyor. Burada özellikle şunun altını çizmekte fayda görüyorum; elektronik para, dijital para ve kripto para kavramları birbirine karıştırılmamalıdır. Mevcut fiziki paraların mevcut banka hesaplarında bulunduğu, dijital bankacılık kanallarından erişilebildiği, elektronik işlemlerde ve ticarette kullanılabildiği para türü elektronik paradır. Bu yönüyle elektronik para kaydi bir paradır. Dijitalleşen dünyada nakit paranın resmi karşılığı dijital para, gayri resmi ve deneysel karşılığı ise kripto paradır. Bu yönüyle nakdin dijitalleşmesi olarak ifade edilebilecek merkez bankası dijital paraları, merkez bankalarının çıkardığı itibari paraların dijital versiyonudur. Dolayısıyla geleneksel paralarda olduğu gibi merkez bankaları gibi bir otorite tarafından sunulur ve ilgili otorite tarafından izlenir. Nitekim ülkemizde de Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın, “Dijital Türk Lirası Ar-Ge Projesi”ne yönelik çalışmalarının sürdüğünü biliyoruz. Biz de Merkez Bankası’nın bu proje kapsamında oluşturduğu Dijital Türk Lirası İşbirliği Platformu’nun çalışmalarını yakından takip ediyoruz.

Ülkemiz dahil dünyanın birçok ülkesinde henüz düzenlemesi yapılmamış ve regülasyona (düzenlemeye) tabi olmayan, kuralları net olarak belirlenmemiş kripto paralar ise merkeziyetsizdir; herhangi bir sorun yaşandığında muhatap alacağınız bir otorite, bir tüzel kişilik yoktur. Bu nedenle fiyat oynaklığı, dolandırıcılık açısından çok büyük riskler barındıran, aracılık yapan şirketleri seçerken dikkatli ve temkinli olunması gereken, henüz piyasa yapıcılığı olmayan bir alandır. Ancak çok net bir şekilde kripto paralar finansal bir inovasyon, çıkaranlar da dijital dünyanın Lidyalılarıdır.

Bir kısmı şeffaflıktan uzak, sahipliği, finansal gücü bilinmeyen kuruluşları, tanık olduğumuz üzere topladıkları parayı alarak bir gecede buharlaşan kripto para şirketlerini, vatandaşlarımızın yaşadığı mağduriyetleri dikkate aldığımızda Lidyalılara mesafeli yaklaşmamız ama yok da saymamamız gerektiğini düşünüyorum. Bunları yok sayarak bir mesafe kat edemeyiz, eksiklikleri hızla gidermek ve küçük yatırımcının güvenliğini sağlamak çok önemli. Üstelik bu alana önemli miktarda para akışı olduğunu görüyoruz. Bu alanda vatandaşların yatırımlarını doğru yönlendirme, doğru kanalize etme konusunda sorumluluk hissediyoruz. Dolayısıyla güvenilir bir kurum olarak en azından vatandaşları sahipsiz bırakmamak, onları korumak adına doğru şekilde ve mevcut düzenlemelerin elverdiği ölçüde elimizden geleni yapıyoruz. Dijital paraların ve kripto paraların arkasındaki blok zincir teknolojisiyle birlikte ve gerekli düzenlemeler yapıldıktan sonra geleceği olan kıymetli inovasyonlar olduğuna inanıyorum.

 R.A: Bilişim kökenli bir yönetici olarak ülkemizdeki bilişim teknolojileri alanındaki gelişmeleri yeterli buluyor musunuz?

H.A: Tarihte makineleşmeyle başlayan, elektrikli teknolojilere dayalı üretimle devam eden,  sonrasında bilgisayar ve internetle çok farklı bir noktaya gelen teknolojik gelişmelerin üretim süreçlerinde belirleyici olduğunu biliyoruz. Sanayi 4.0, nesnelerin interneti, robotlar, yapay zekâ ile şekillenen günümüz teknoloji dünyası sadece iş yapış şekillerini değil günlük rutinlerimizi, yaşam alışkanlıklarımızı, hatta sosyal hayatımızı bile ciddi manada etkiliyor.

Ülkeler açısından baktığımızda, gelişmiş ülkelerin aynı zamanda bilişim teknolojileri ve dijitalleşmede çok iyi seviyelerde olduklarını, gelişmekte olan birçok ülkenin de bu yarışta geri kalmamak ve ekonomilerini güçlendirmek için teknolojiye daha fazla yöneldiklerini görüyoruz.

Bilişim teknolojilerinin bir ülke ekonomisinin büyümesinde, o ülkenin iktisadi kalkınmasındaki katkılarını düşündüğümüzde, şüphesiz Türkiye’de de bu alandaki ivmelenme ekonomiye olumlu etki edecektir. Burada özellikle yurt dışında rekabet edebilecek düzeyde bir katma değerli üretim ve teknoloji ihracatının, ülkemiz için büyük önem taşıdığını düşünüyorum. Silikon Vadisi’nde, Çin’de, Japonya’da, hatta Hindistan’da bilişim ve yazılım teknolojileri alanındaki gelişmelere baktığımızda ülkemizde daha gidilecek epey bir yol olduğunu görüyoruz. Bu nedenle teknolojide öne çıkan ülkelerle aradaki makası kapatabilmemiz için sistemli, programlı bir stratejiyle ilerlememiz gerekiyor ki; bu yönde sağlam adımlarla ilerlediğimizi memnuniyetle söyleyebilirim.

Geçtiğimiz ağustos ayında, ülkemizin 5 yıllık dönemdeki yapay zekâ çalışmalarına yön verecek ilk Ulusal Yapay Zekâ Stratejisi’nin açıklanmış olmasını bu açıdan çok kıymetli buluyorum. Burada belirlenen vizyonu hayata geçirmek üzere 6 stratejik öncelik altında 24 başlıktaki amaç ve 119 tedbirin kararlılıkla uygulanması büyük önem taşıyor. Bu stratejinin 2025 yılından sonra da güncellenerek devam etmesi ve her bir başlık altındaki aksiyonun belli bir takvim çerçevesinde hayata geçirilmesinin, Türkiye’nin önümüzdeki yıllarda ortaya koymasını arzu ettiğimiz büyüme hikâyesine ciddi katkı sağlayacağına inanıyorum.

R.A: Teknoloji geliştirme çabalarınız kapsamında siber güvenlik çözümlerinin geliştirilmesi ve uygulanmasında ne tür yeni araştırma ve çalışmalarınız var?

H.A: Dijitalleşen dünyada hizmet kesintilerine ve siber güvenlik risklerine karşı kullanıcı toleranslarının önceki yıllara göre oldukça düştüğü ve bu risklerin hem kurumları hem de müşterilerini çok daha büyük ölçekte etkilediği bir gerçek. Dolayısıyla bu beklentiyi karşılamak üzere siber güvenlik alanındaki yatırım ve çalışmalarımızın tamamını uluslararası iyi uygulamaları, teknoloji alanında yaşanan gelişmeleri ve yasal düzenlemeleri dikkate alarak planlıyoruz. Siber güvenlik çözümlerinin geliştirilmesine yönelik gerek yurtdışında gerekse Türkiye Siber Güvenlik Kümelenmesi başta olmak üzere yurtiçinde yapılan çalışmaların içinde yer alıyoruz. Banka içerisinde de dijitalleşmenin getirdiği ilave risklerin en etkin şekilde yönetilebilmesini sağlayacak gerekli yetkinliklerin ve araçların edinilmesi; maruz kalınan saldırı yüzeyini azaltacak güvenlik kontrollerinin tesis edilmesi ve çalışanlarımızın bilgi güvenliği farkındalığının artırılması gibi konuları her zaman temel önceliklerimiz arasında tutuyoruz. Bu noktada şuraya dikkat çekmek isterim; dijital hizmetlerin sağlıklı ve güvenli olarak verilebilmesi için üç temel yapı taşı vardır. Teknoloji, insan ve süreç… Sadece teknoloji ve altyapı bileşenlerine yatırım yaparak veya bu alanda çözümler geliştirerek sistemi güvenli kılmak ya da kesintileri önlemek mümkün değil. Teknoloji yatırımları gerek şarttır, ancak asla yeter şart değildir.

Biz her üç bileşenin de birbiriyle dengeli şekilde gelişmesini sağlayacak bir politika benimsedik. Kullandığımız teknolojileri düzenli olarak modernize ederken, hem insana yatırım yapıyor hem de teknolojiyi kullanım şeklimize modern metotları adapte ederek süreçlerdeki olgunluk seviyemizi artırmaya odaklanıyoruz. Buna ilave olarak içinde bulunduğumuz pandemi dönemiyle birlikte artan dış tehditlerin etkisi de dikkate alındığında; yapılacak tüm yatırımların, geliştirmelerin ve oluşturulacak sistemsel önlemlerin ancak ve ancak son kullanıcı farkındalığı ile desteklendiğinde anlamlı düzeyde koruyuculuk sağlayabildiğinin de altını çizmekte fayda var. Bu doğrultuda, siber güvenlik alanı ile ilgili teknoloji geliştirme çalışmalarını yakından takip etmekle birlikte, güvenlik kontrollerimiz ile çalışanlarımızın bütünlüğünü sağlayan bir kurum içi güvenlik kültürünün oluşturulmasını ve yaşatılmasını da en az bu çalışmalar kadar değerli bulduğumu belirtmek isterim. Bu yönde bir güvenlik kültürü oluşturmak adına da banka içerisinde düzenli olarak farkındalık çalışmaları ve eğitimleri düzenliyoruz. Gelecekte de güncel içerik ve farklı yöntemler ile bu faaliyetlerin artarak sürdürülmesini ve böylelikle çalışanlarımızın güvenliğimizin daimi ve ayrılmaz bir parçası olmasını hedeflediğimizi söyleyebilirim.

R.A: Asya ile Avrupa’yı birbirine bağlayan Türkiye’nin, önemli bir birleşme noktası olduğunu ve ticarette çok önemli bir konumda yer aldığını vurguladığınız bir söyleşiniz var. Bu bağlamda ülkemizin bu durumdan sağlamakta olduğu artı değeri ve daha çok hangi alanda etkin olduğunu kısaca açıklayabilir misiniz?

H.A: Pandemi, birçok sektörde üretimi olumsuz etkileyecek ölçüde küresel tedarik zincirlerinde aksaklıklar yaşanmasını, teslimat sürelerinin uzamasını ve taşıma maliyetlerinin çok hızlı artmasını beraberinde getirdi. Bunlara, petrol, gıda ve emtia fiyatlarındaki yükseliş de eklenince dünya genelinde enflasyonist baskılar güçlendi. Pandemi döneminde karşılaşılan zorluklar, tedarik zincirlerinin yeniden şekillendirilmesi gerektiğine dair görüşlerin zemin kazanmasına neden oldu. İklim değişikliğiyle mücadelenin gittikçe artan önemi ve aciliyeti de konunun farklı boyutlarıyla ele alınmaya devam edeceğine işaret ediyor. Son günlerde İngiltere’de yaşanan tedarik zinciri krizini düşündüğümüzde yarattığımız artı değer de daha iyi anlaşılacaktır.

Yakın üretim, yerinde üretim ve yakın ticaretin artık daha da önemli hale geldiği günümüzde, 3-4 saatlik bir uçuş mesafesi ile 1,5 milyardan fazla bir nüfusa erişim imkanı sunan Türkiye’nin coğrafi konumunun kıymetinin daha da arttığını görüyoruz. Ülkemiz esnek ve dinamik üretim yapısı, genç ve eğitimli işgücü ile etrafındaki büyük pazarların talebine cevap verebilecek avantajlara sahip. Bunun üzerine iç potansiyelimizi de eklediğimizde, sahip olduğumuz avantajları iyi değerlendirmemiz gerekiyor. Ülkemiz yeni konjonktürden istifade edebilir, bunu ihracatını çoğaltmak, ihracatının ürün ve bölge çeşitliğini artırmak için bir fırsat olarak kullanabilir.

Yaşadığımız bu sürecin başka bir boyutunun daha altını çizmek istiyorum. Pandemi sürecinin başında üretim imkanlarının sınırlanması, buna bağlı olarak stokların azalmasıyla birlikte tedarikte yaşanan sıkıntıların, bugün küresel ölçekte navlun fiyatlarının hızlı yükselmesine ve bazı kritik ara malların tedarikinde zorluğa dönüştüğünü görüyoruz. Bundan sonra da farklı sorunlarla karşılaşabiliriz. Bunlar bizi daha yaratıcı olmaya, ezber bozmaya itiyor; yeni çözümler üretmeye teşvik ediyor. ‘Benim buna ne kadar ihtiyacım var? Bunsuz yapabilir miyim ya da bunu nasıl ikame ederim?’ soruları yeni ürün ve hizmetlerin hayata geçirilmesini sağlıyor. Böyle bir durumda vazgeçilmez gördüğümüz pek çok ürünün yenisini piyasaya sürmek, yeni üretim ve dağıtım yöntemleri oluşturmak mümkün olabilir. Girişimcilerin karşılaştığımız sorunlara bu gözle bakması durumunda birçok yeni iş alanı, yeni ürün ve çözümler görebiliriz. Bunun önemli bir dönüşümü başlatabileceğini, ekonominin itici gücünün bu yenilikçi dönüşüm olabileceğini düşünüyorum. Türkiye’nin sahip olduğu coğrafi konumunun sağladığı avantajlar, ürün ve hizmet üretimindeki yenilikçi dönüşüm ile birleştiğinde, eminim çok daha iyi bir ekonomik tablo söz konusu olacak.

 

 

Önceki Söyleşi: TÜBİTAK Başkanı Prof. Dr. Hasan Mandal
Sonraki Söyleşi:Dünya Gazetesi Köşe Yazarı, ReDis Innovation Kurucusu ve Yöneticisi Selin Arslanhan ile Yeşil Mutabakat (Anlaşma) Üzerine

Benzer Yazılar